Tarçın’ı uyutun diyorlar, vicdanımız el vermez, seviyoruz bu hayvanı
Gürcan ve Elif Şen, 1993 yılından beri evliler. İrlanda Setter’ı cinsi olan köpekleri Tarçın aralarına 2000 yılında katıldı. Önceleri hiç bir sorunu yoktu ama dört sene önce ilk epilepsi krizini geçirdi.
O gün bugündür geçirdiği krizler 230’u buldu. Krizlerin ne zaman geleceği belli olmadığı için, devamlı dikkatli olmaları gerekiyor, yoksa hayvan kendine
zarar veriyor. Şu an hayatlarının merkezinde Tarçın ve onun hastalığı var. "O yaşadığı müddetçe elimizden geleni yapacağız" diyorlar. Gürcan Şen, yaşadıklarını paylaşmak istediği için, karısının teşvikiyle, hikayeler yazmaya başladı. "Tarçın’ın Hikayesi" ile, hikayeler.net isimli internet sitesinin düzenlediği bir yarışmada birinci oldu.
Köpeklerinin epilepsi (sara) hastalığına yakalandığını öğrendiklerinde verdikleri tepkiyi Elif Şen şöyle anlatıyor: "İlk krizi sabaha karşıydı. Zaten uyku sersemiyiz. Köpekte hiç epilepsi krizi görmemiştim. Gerçi insanda da görmemiştim. Ölüyor zannettim önce. Kriz bittikten sonra doktora götürdük. Anlayamadılar ne olduğunu. Birçok tahlil yaptılar. Bağırsakları ile bağlantılı olabileceğini söylediler. Kulak olabilir dediler. Hepsinin tahlilleri yapıldı. Ona göre bir tedavi uygulandı. ’Eğer bunlar değilse, başka şeylere bakarız’ dendi. 45 gün sonra hastalık tekrar etti. Köpeklerde böyle bir şey olabildiğini o zaman biz de bilmiyorduk. Sonradan öğrendik. Ama köpeklerde bu hastalığa karşı ne yapılacağı pek bilinmiyor. Biz de elimizden bir şey gelmediği için üzülüyoruz."
İLAÇLARINI KREM PEYNİR İÇİNDE SAKLIYORUZ
Tarçın’ı 2000 yılında almışlardı. Bir arkadaşlarının köpeğinin dokuz yavrusundan biriydi. Gürcan Şen, "Annesinde böyle bir hastalık olmadığını biliyoruz, ama babası veya kardeşlerinden haberimiz yok. Bu hastalığın ırsi olanları dışında, çarpma etkisiyle olanları da varmış. Ama biz MR çektirmeye korktuk. Çünkü hareketli hayvan. Uyuşturmaları gerekecek. Narkoz zaten hayvanı etkiliyor. Ayrıca, beyninde ur olsa bile ne yapacağız, ameliyat mı yaptıracağız. Ameliyat çok zor, insanlar bile iyileşemiyor. Ama çok fazla üniversite dolaştırdık. Çok çeşitli epilepsi laçları kullandık."
Şen çifti bu arada hayvanlarda epilepsi hakkında epeyce bilgi edindiler. İnsanlar için kullanılan her ilacın hayvanlar için de kullanıldığını, köpekler için özel ilaç olmadığını. Tarçın’ın günde beş tane hap yutması gerekiyor ama ilaçları hiç sevmiyor. "O yüzden şöyle bir taktik geliştirdim" diyor Gürcan Şen: "Parmaklarıma krem peynir koyup ilaçları içine saklıyorum. Ama ilk verdiğim lokmada sadece krem peynir oluyor. Orada ilaç olmadığını görünce, diğer parmaklardaki lokmaları da hızla yiyor. Yoksa, ilaçlarını almıyor."
Şen çiftinin Tarçın’dan önce epilepsi ile ilgili tek bilgileri vardı: Kriz geçirene soğan koklatmak gerekir! Ama bu yöntem Tarçın’da işe yaramıyor. Gürcan Şen, "Şu an yapacak tek bir şeyimiz var. Hayvanın kendine zarar vermesini engellemek" diyor. "Çünkü kriz esnasında bilinci gidiyor ve çırpındıkça kafasını etrafa çarpmaya başlıyor. Ağzından, burnundan kanlar geliyor. Mesela yazlıkta biçimsiz bir yerde geldi kriz, dişleri kırıldı. Kan revan içinde kaldı. En son 17 gün önce on tane kriz geçirdi."
Krizlerin belli bir periyodu yok. Bazen 20, bazen 14, bazen 29 gün arayla geliyor. O nedenle Gürcan ve Elif Şen devamlı tetikteler: "Genelde uykudayken kriz başlıyor. Sıçrayarak uyanıyor, boğulurmuş gibi oluyor. Gözler sabit, fırlamaya çalışıyor bir şeyin içinden. O esnada zaten her tarafa çarpıyor kendini, sonra da yatıp koşar gibi hareketler yapmaya, çırpınmaya başlıyor. Yattığı yerde koşuyor, koşuyor, koşuyor... Tıkanıp kalıyor, sonra tekrar başlıyor. Bu üç beş dakika sürüyor. O arada çişini veya kakasını kaçırıyor. Tabii her yer kirleniyor. Bazen sersem bir şekilde kalkıyor. O zaman hemen banyoya götürüp temizliyoruz. Ama bazen altı saat sürüyor kriz, bir şey yapamıyoruz, çünkü yerinden kalkamıyor. Çişini kaçırdığı için ev kirleniyor. O koku ancak çamaşır suyuyla çıkıyor. Halıyı kaldırıp her yeri parke yaptık. Çünkü halı temizlenmiyordu."
AYNI APARTMANDAKİ KADER ARKADAŞI
Gürcan Şen şöyle diyor: "Herkes niye uğraşıyorsunuz bu hayvanla, uyutun diyor. Biz bu hayvanı isteyerek aldık. Şimdi herkes gibi sokağa mı atalım? Bize veterinerler bile şaşırıyor. Bir şeyi var mı şu an? Normal, uysal. Kriz olduğu zaman değişiyor. O da üç gün, beş gün. Şimdi nasıl uyuturum ben bunu? Vicdanım el vermez. Seviyorum bu hayvanı. İnsan sevdiği hayvanı nasıl öldürür?"
Tarçın’ın durumunu komşular da bildiği için, pek sorun olmuyor. Komşular gürültüleri duyunca, "Tarçın’a kriz mi geldi?" diye kapılarını çalıyor. Bir komşularının oğlu da epilepsi hastası. Elif Hanım, "Onlarla aramız çok iyi. O çocuk Tarçın’a "kader arkadaşım" diyor. Biz de devamlı annesiyle konuşuyoruz, sen ne ilaç verdin, sıcaklardan etkilendi mi, ateşi çıktı mı, diye."
TARÇIN’IN HİKAYESİNE BİRİNCİLİK ÖDÜLÜ
Gürcan Şen yaşadıklarının hiç kolay olmadığını söylüyor. Bu hastalık boyunca hissettiklerini ve Tarçın’ın krizlerini "Tarçın’ın Hikayesi" adlı bir öyküde toplamış. Hikaye, hikayeler.net isimli internet sitesinin Ocak ayında açtığı yarışmada birincilik kazanmış. Daha önce hiç yazarlık denemesi olmamış Gürcan Şen’in: "Ben işletme eğitimi aldım ve 2007’nin yazına kadar makale dışında hiç bir şey yazmadım. Ne hikaye, ne bir şey. Bu yaz Elif beni teşvik etti bir şeyler yazmam için. İnsan tabii önce kendi etrafında olan şeyleri yazıyor. Ben de Tarçın’ı yazmaya başladım. Şimdi ufak ufak yazıyorum. Çok iyi geliyor yazmak." Tarçın’ın Hikayesi, http://hikayeler.net/yazilar/tarcin-in-hikayesi-1-ve-2/ adresinde.
1.lık yazısı;
Yine kriz periyodu geldi. İrlanda Setteri köpeğimiz Tarçın’da dört yaşında başladı bu illet, baş edemedik. Biz üzerine gittikçe, titizlendikçe arttı. Hep insanlarda olur diye bilirdik ama köpeklerde de epilepsi olurmuş. Bazı cinslerde genetik olarak, bazılarında da yaşadıklara travmalarla ortaya çıkarmış. Önemli ve üzücü olan bu olayın varlığı.
Nasıl olduğunu geçen sürede artık önemsemiyorsunuz. Çaresizsiniz, kollarınız arasında kollayarak çırpınmasını izliyorsunuz. Üç yılda iki yüz’e yakın krizi yaşadı. Çok yoruldu, yıprandı ama hala yaşıyor.
Ödümüz kopuyor, yavrum herhangi bir saatte uykusundan birden fırlıyor. Kendini bilmeden sanki önce düştüğü bir kuyudan kendini çıkarmak için mücadele ediyor. Bu mücadelede başı eğer zamanında tutulamazsa yakınındaki her yere çarpıyor, dişlerini, yanaklarını, burnunu çarptığında kanlar fışkırıyor etrafa. Sonra önce kasılıyor, arkasından da gördüğü yattığı yerde bir canavardan kaçmaya çalışıyor, beş dakika bu nefes nefese koşmaca, kaçış sürüyor dört ayağıyla. Bilinci alıp başını bir yerlere gidiyor. Ağzı köpük içinde tutamayıp kaçırdığı çişi ve kakası üzerinde sonunda yorgun bitap düşüyor, yığılıp kalıyor. Gözler artık onun değil, bakışlar donup kalmış, kilitlenmiş bir yerlere.
Zamana ihtiyacı var, dolandığı bilemediğimiz gizemli o sarmaldan çözülmek için. Sonra sallanarak ayağa kalkıyor, hemen tasmasından yakalayıp doğru banyoya duşakabinin içine götürüyorum. O daha kalkmadan çamaşır suyu koyduğumuz yer silme suyunu ve iki üç havlusunu hazır ediyoruz. Ben onu suyun altında temizlerken, karım da kriz geçirdiği ve yürüdüğü rotayı çamaşır sularıyla temizliyor. Sonra havlulara sarıp mümkün olduğu kadar fazla da sarsmadan kurulamaya çalışıyorum. Eğer kriz biz dışarda iken olursa o çişli haliyle bütün evi dolaşıp bizi ararken ister istemez bilmeden kirletip kokutuyor.
Krizler onüç ile yirmibir gün arasındaki periyotlarda geliyor. Bunu bildiğimiz için kriz yaklaştığında onu çok yanlız bırakmamaya gayret ediyoruz. Özellikle benim yanında olmam, deli kuvveti ortaya çıkan Tarçın’ı tutmam çok önemli. Baş etmek çok zor. Geçen senelerde bakkala kadar gidip geldiğim süre içinde kriz geçirmişti. Kendi başına geçirdiği kriz sayısı toplasanız ikiyüz kriz içinde beş krizi bile bulmaz. Evden çıkmamız gerekirse de hareket alanını daraltarak temizlenmesi zor yerlere girmesini önlemeye çalışıyoruz. Hareket alanlarında da kanapelerin üzerine örtüler, altına naylonlar koyarak tedbirler alıyoruz.
Karım işyerinden telefon etti. Cep telefonunu evde unutmuş. Ona iletmem gerek, telefon eli ayağı neredeyse. Tarçın’ın da krizleri kapıda.
“Olur getiririm sen merak etme “dedim karıma.
Tarçını erken olmasına rağmen hemen aşağıya bahçeye indirdim. İhtiyaçları sonrası kısa bir site turundan sonra eve döndük. Hemen giyinip fırladım, gelen ilk otobüse binerek Yeni sahra’ya gittim. Karıma telefonunu ileterek aynı hızla geri döndüm. Kapıdan kokladım. Evet kesif bir idrar kokusu var. Telaşla anahtarları çevirdim. İçeriye girdim. Küçük oda, hol, koridor, mutfak her yeri dolaşmış. Salonun girişine iskemleler koyarak kapatmıştım onlarda açılmış. Şaşırdım.
“nasıl olur, nasıl bu iskemleleri açar da salona girer ? “ diye düşünüyorum, bir yandan da idrar damlalarına bakıyorum. Yandık ki ne yandık.
Kafamda plan yapıyorum.
“Önce yatak odasını temizliyeyim sonra tarçın’ı yıkarım ve yatak odasına koyarım. Kapıyı kapatıp sonra dolaştığı her yeri çamaşır suyu konulmuş su ile silerim “.
Tarçın’a bakınıyorum. Nerede acaba ? Ortalarda görünmüyor
Telaşlandım bir anda, korktum. Ne oldu acaba ?
Yatak odasına yatağına baktım, yatağında gördüm. Hareketsiz, elimi uzattım ama korkuyla geri çekildim. Orada sadece tüylü deri var. Birisi sanki derisini soyup, postunu çıkarmış. Vücut ortada yok. Hıçkırarak ağlamaya başladım, yaşlar sicim gibi akıyor. Etrafta kanlarda var.
“Peki içi nerede ?, ne yaptılar ona ?” diye düşünüyorum.
Sidiklere, kanlara aldırmadan çılgın gibi evi aramaya başladım. Ne banyo da, ne mutfak da, ne de ön odada var. Bulamıyorum onu bir türlü. Geriye bir tek salon kaldı. O hızla salona daldım, kapalı balkonun kapısından baktım, çıplak arkası dönük genç bir adam var. İlgiyle bir yandan ellerine, vücuduna bakarken bir yandan da etrafına ve dışarıya bakıyor.
“ Hey sen kimsin ?” diye hiddetle seslendim.
Sesi duyunca genç adam bana doğru döndü. Herhalde boyu bir yetmiş civarında, zayıf, beyaz tenli, kızıl kahve uzun saçları olan biri. Kahverengi gözleri var. Kızıl kaşlar ve uzun aynı renk kirpikler, ince uzun düzgün bir burun yüzü tamamlıyor. Alt dişlerinden birinin ucunun kırıklığını farkettim, yüzünde bir kaç günlük kızıl renkte sakal var.
“ Nasıl girdin eve ? Sapık mısın, hırsız mısın ? Ne yaptın köpeğime ?” diye hiddetle bağırdım.
Korku dolu şaşkın yüzü beni görünce aydınlandı ve gülümsemeye başladı.
“ Konuşsana oğlum, şimdi polisi arayacağım.”
Başa çıkabilirmiyim diye de içimden geçiriyorum ama garibim zaten çıplak kaçsa kaçsa nereye kadar. Daha bir cesaret buldum bu düşünceler ile yanına yaklaştım. Ortada inanılmaz bir kötü koku var.
Camlarda tül var ama komşular ne der diye düşünerek kızdım.
“Çekil o camın önünden içeriye gel.”
Geri geri salona girdim, arkamdan o da içeriye girdi.
“Konuşsana be oğlum kimsin sen ?” diye sorumu yineledim.
Konuşmadan yüzüme bakıyor.
O esnada gözüm boynuna ilişti. Boynunu sıkı sıkı saran bir deri kolye var. Ucunda da üzerinde yazı olan kemik benzeri bir sarı pirinç parça. Çekinerek elimi o metal parçaya uzattım. Üzerindeki yazıyı şaşkınlıkla okudum
“ Tarçın “.
Yazının altında da karımın cep numarası yazılı.
O anda donup kaldım.
İmkansız bir olayı yaşıyorum. “Nasıl olabilir ki ? “
“Tarçın, sen misin ? “ diyebildim anlamsızca.
Yanıma yaklaşıp başını eğdi bekledi. Elimi başına dokunmak için uzattım.
Gözlerim dolu, burnumdan hıçkırık geliyor. Dudaklarımın titrediğini hissediyorum. Burnumu çekiyorum, gözlerimden damlalar aşağıya doğru kaymaya başladı bile.
Yaşanan tarifsiz bir duygu yoğunluğu.
Saçları kadife gibi yumuşacık.
Sevinçle, başını kolumun altına sokmaya çalıştı. İçinin titrediğini duyuyorum. Değişik sesler çıkarıyor ama konuşamıyor. Hep öyle yapardı.
Bu Tarçın, lamı cımı yok ama nasıl ?
İdrar kokuları benim düşüncelerimi dağıttı, duygularımı aldı götürdü. Ev darma duman ve kirli, kötü kokular her yanı sarmış durumda. Hemen etrafa bir çeki düzen vermem geriyor.
Tabii önce karşımdaki delikanlıyı temizlemem gerek.
“hadi gel, yıkanman gerek “ dedim.
Söylediklerimi anladı mı anlamadımı bilmiyorum ama kolundan tutup banyoya götürdüm. Boynundaki tasmayı çıkardım, bir kenara koydum. Allahtan kombi hep açık, sıcak suyumuz var.
“Şimdi ne olacak ? Onu ben mi yıkayacağım, yoksa kendi başına bunu halledebilecek mi ?”
Onu duşa kabine soktum, suyu sıcağa açıp duşa ayarladım ve dışarı çıkıp kapıyı kapattım. Bekliyorum, içerde hiçbir hareket yok.
“ Nasıl gidiyor “ dedim ama söylediğimin ne kadar anlamsız olduğunu da hemen anladım.
Kabinin kapısını usulca araladım. Bıraktığım gibi öyle ayakta aynı yerde duruyor.
Anlaşıldı, onu yıkamam gerek, onun da yıkanmayı zamanla öğrenmesi gerekiyor. Karşımdaki yine hep olduğu gibi büyümeyen bir çocuk.
Onu önce duşun altına soktum, üzerindeki sidiklerin gitmesi gerek. Sonra biraz şampuanı elime alıp onun saçına sürdüm, köpürttüm. Şampuan yakmasın diye diğer elimle gözünü kapattım, yüzünü de iyice yıkadım sonra saçlarını suyla temizledim. Tekrar şampuan aldım, köpürttüm tekrar yıkadım.
O sesini çıkartmadan bekliyor. Anlaşılan o ki vücudunu da ben yıkayacağım. Süngeri ıslattım, üzerine vücut şampuanı koyup köpürttüm, kollarından başlayarak tüm vücuduna sabunladım. Sonra suyla iyice sabunlarını temizledim.
Onun havlularını kullanacak halim yok artık, bir çözüm buluncaya kadar kendi vücut havlumu alıp onu sardım. Başına da bir başka havlu ayarladım.
Nasıl olsa karım doğrusunu ona ayarlar.
Onu eskisi gibi kuruladım, ama bu sefer bir şeyi yapmadı, silkelenmedi.
Uzun saçlarını ne ile tarayabileceğimi düşünürken karımın mavi fırçasını gördüm, hiç düşünmeden kullandım. Saçlarını arkada kuyruk yapıp bulduğum bir lastikle tutturdum. Bu şaşkınlıkla sakal kesme işini sonraya bırakmanın doğru olacağını düşündüm.
Kolundan tutup onu küçük odaya soktum. Ona giyecek bir şeyler ayarlamam lazım, çıplak dolaştıracak halim yok herhalde. Doksan kiloyum benim giysilerim xl, onun bedeni de olsa olsa medium. Yeni bir şeyler alıncaya kadar bu büyük şeylerle idare edecek şimdilik. Gözün arkasından giyemediğim eski küçük iç çamaşırlarımdan buldum. Large kot pantolonumu da çıkardım, bir de large tişort.
Donu elime aldım, tek ayağını kaldırıp bir paçasını ayağından geçirdim, sonra da diğerini ve beline doğru çekip giydirdim. Şaşkın şaşkın yüzüme bakıyor.
“ Oğlum giyeceksin bunları, çıplak dolaşamazsın “ diyorum ama nafile söylediklerimin ne kadarı onun için bir anlam ifade ediyor ki ?
Önce kafasını sonra tek tek kollarını geçirerek tişort’u da giydirdim. En sonunda pantolunu ayaklarından geçirerek giydirdim. Beli çok geniş geldi, üzerinden düştü düşecek, kayışımı çıkarıp onun beline geçirdim, sıktım.
İki adım geri çekilip ortaya çıkanlara baktım. İnanılmaz bir şey bu.
Yapılması gereken çok önemli bir iş daha var : ağzı leş gibi kokuyor, muhakkak temizlenmesi gerekiyor. Elinden tutup banyoya götürdüm, kullanılmamış diş fırçalarından birini aldım. Üzerine bir parça macun koyarak fırçayı eline verdim. Elini tutarak ağzına götürdüm. Bekliyor, ne yapacağını bilemiyor. Elini üzerinden tutarak fırçayı dişlerinin üzerinde hareket ettirmeye başladım. Ne yapmaya çalıştığımı anladı, başını çekmeye çalıştı ama elini sıkı sıkı tutarak tekrar dişlerini fırçalamaya başladım, o da inadı bıraktı. Başını eğdim, avucuma su alıp ağzına götürdüm, yıkayacağım göya ama o suyu hemen yutuverdi.
“hayır yutmayacaksın, ağzını yıkayacaksın” diyorum kızarak ama hangi dağlara taşlara ?
Neyse macunların bir kısmı mideye bir kısmı dışarıya iş halloldu. Şimdi onu bir yere oturtup benim evi temizlemem lazım. En temiz yerde küçük oda,
“ Sen burada otur, ben temizlik yapayım sonra ne yapacağımıza karar veririz “dedim ama o yüzüme bakıyor sadece. Allahım ne yapacağım ben ?
Aklıma geldi yere oturdum, kolundan tutup onuda yere çektim. Anladı ne yapmak istediğimi, etrafında bir iki döndü sonra oturdu. Hala köpek gibi davranıyor.
Ben kalkınca kalkmaya yeltendi, sesimi yükselterek hayır dedim. İşte onu iyi anlıyor. Şimdi eski alıştığı gibi oturmaya çalışırken arka üstü düştü. Allahtan yer halı. Gülemiyorum da, neyse oturdu işte.
Bütün evi çamaşır suyuyla karıştırılmış suyla iki defa sildim. Kokular anca yok oldu. Bende hem yorgunluktan hemde üzüntüden bittim resmen. Odaya sessizce gidip baktım, kıvrılıp uyumuş. Yüzünde rahatlama ve sakinlik var. Garibim neler yaşıyor.
Kendime gidip bir nescafe hazırladım, anca kendime geleceğim. Hala olanlar bir rüya gibi. Ama en önemli konu ben bu olanları karıma nasıl anlatacağım
Tanışma
Telefon çaldı, ekrana baktım, bildik bir numara gibi,
“Efendim “ dedim. Karşımdaki karım. Merakla,
“Canım, nasıl vaziyetler ? Bir şeyler var mı ? “ diye sordu.
Farkında olmadan bir yutkundum. Gizli işler çeviren çocuğun telaşıyla korktum.
“Kriz geçirmiş, şimdi onu temizledim, merak etme “ diyebildim.
“Nasıl, bir yerlere çarpmış mı, yarası var mı ? “ diye üsteledi.
Az çıkan bir sesle,
“ Evet biraz ama merak etme hallettim “ diye cevaplandırdım.
“ Eline sağlık canım, erken gelmeye çalışırım” diyerek telefonu kapattı.
Telefonda hiç sesimi çıkaramadım ama bu konu da öyle telefonla anlatılacak bir konu da değil ki.
O arada bir tıkırtı duydum.
Uyanmış, çok da susamış belli çünkü su kabının orada ayakta duruyor.
İşte çözümlenmesi gereken yeni bir bilmece daha.
“Beni bekle” diyerek seslendim.
Sesi duyunca bana doğru döndü, yüzünde yorgun bir gülümseme var.
Gidip başında durduğu onun yerdeki su kabını aldım, yanından geçip mutfağa girdim. Su kabını lavaboya döküp orada bıraktım. Şimdi ona bir plastik bir bardak bulmam lazım, ama evde de hiç yok ki. Yapacak bir şey yok, mecburen üst dolabı açıp ağzı geniş ve kısa bir cam bardak aldım, içine şişeden de su koyup onun yanına geldim.
Şaşkın bakıyor, elimi göstererek
“ Bak bu bardak ile su içiyoruz “ dedim.
Anlamadı, ifadesiz bakıyor.
Kolundan tutup onu mutfak tezgahının yanına çektim. Elimdeki bardağı tezgahın üzerine koydum. Sonra elimi uzatıp bardağı aldım, onu ağzıma götürüp bir yudum aldım. Sonra geri bıraktım.
Beni izliyor sanıyordum ama onun benimle ilgisi yok, başka tarafları inceliyor.
Farkında olmadan aniden sesimi yükseltiverdim,
“Oğlum ben su içmeyi biliyorum, sana öğretmeye çalışıyorum” deyince korktu, bir adım geri çekildi. Gözlerinde korkuyu hissediyorum. İçimden,
“ Benim kendime çeki düzen vermem, kendimi terbiye etmem lazım, öyle durup dururken bağırmaları bırakmalıyım. O artık bir kişi, köpek değil ” diye geçiriyorum.
Elimi uzatıp omuzuna koymak istedim, vuracağım zannederek geri geri kaçtı.
Yüreğim öyle bir burkuldu ki anlatamam, yumuşak bir sesle,
“ Korkma korkma, tamam, tamam bir daha gösteriyorum ” diyebildim.
Bardağı tezgahın üzerine koyup nefesimi tutup bekledim. Bakalım gelecek mi ?
Sakin ve gülümseyerek baktığımı görünce usulca tezgaha sokuldu.
Elimi uzatıp onun elini tutarak bardağa yaklaştırdım.
Şaşkın bakıyor, yaptıklarımı izliyor. Bardağı tutturmaya çalıştım, anlamadı.
Kendime de bir başka bardak alıp su koydum, onun yanına geldim. Diğer bardağın yanına getirip kendi bardağımı koydum. Elimi uzatıp bir bardağı aldım ve ağzıma götürüp bir yudum alıp bekledim.
Yan gözle bakıyorum. Önce eğilip diğer bardağı kokladı, sonra elini kaldırıp uzattı bardağa dokundu. Usulca parmaklarını oynatarak benin yaptığımı taklit etmeye çalışarak bardağı kavradı. Başını kaldırıp hem şaşkın hem de başarmış bir ifade ile bana doğru baktı, gülümsedi. Sonra eğildi, ağzını bardağa dayadı ve yalayarak diliyle suyu içmeye çalıştı.
Doğal olarak tezgahın üzerine sular sıçradı, kızamadım sadece gülümsedim.
“Bir daha denemeliyim” diyerek elimi onun bardağı tuttuğu elinin üzerine koydum, sonra elini bardakla birlikte tutarak kaldırdım. Düşmemesi için diğer elimle de alttan da destekleyerek elini onun ağzına doğru götürdüm. Şaşkın, önce direnmeye çalıştı ama kararlı olduğumu görünce ve elimi de gevşetmeyince yelkenleri indirdi. Bardağı ağzına getirdim anlamadığı için açmıyor ki.
“Off off bu böyle olmayacak. Ateş bastı, su içmeyi bilmeyene öğretmek bu kadar zor olabilir mi ? “
Zorlamanın anlamı yok galiba, üstelersem de iyice korkacak.
“Doğru ya o bunca zamandır bildiğini yine yapıyor. Köpek olarak yaşayıp birden yaşadıklarını unutamazsın herhalde. Belki de önce onu ayna karşısına geçirip kendinini göstermeliyim. Kendini görmeli, ona yeni halini farkettirmeliyim.”
Hadi gel diyerek kolundan tutup küçük odaya götürdüm. Büyük gardropun orta köşe kapısındaki ayna önünde yanyana durduk. Yanımda ilgisizce aynaya baktı, ben temizlik yaparken onu küçük odaya bıraktığımda anlaşılan o ayna karşısında kendini görmüş.
Bir konu aydınlandı : görüntüsünün farkında, üstelik onu rahatsız eden bir durum da yok. Ama kendini köpek olarak biliyor.
Şuan ihtiyacım olan biraz dinlenmek ve yaşadıklarımı bir nebze anlayıp hazmedebilmek. Salona gidip camın yanındaki koltuklardan birine oturdum. O da arkamdan geldi. Her zaman yaptığı gibi yanımda bekliyor. Gözümün içine bakıyor. Amacı eskiden olduğu gibi koltuğa çıkıp arkamdan dışarıyı seyretmek. Artık bu koltuk ikimizi de çekmezki, hem arkama çıksa başı perdenin üstüne çarpacak, üstelik dışarıyı da göremeyecek.
“Oğlum artık bu koltuğa birlikte çıkamayız, sen gidip öteki koltuğa otururmusun” dedim ama sadece demiş olmakla kaldım. Hala yanımda durup acındıracası bir bakışla bana bakıyor. Duygu sömürüsü yapmaya bayılır. Hiç oralı olmayınca sonunda pes edip öteki koltuğa yöneldi, bir sıçrayışta üzerine çıktı. Koltuktan bir gıcırdama sesi yükselirken benimde ağzımdan gayri ihtiyari olarak
“Çüş oğlum çüüş” sözleri döküldü.
Kafası perdeye çarptı, dışarıyı görme şansı da üstelik yok. Kendini hala köpek sanıyor. Eskiden yaptığı gibi yapıyor ama artık dört ayak üzerinde değil ki.
O koltuklar karımın çocukluğundan beri kullanılıyor. Evlenince biz onları severek almıştık.
Ben seslenince aklı başına geldi herhalde, ama şaşkın bana bakıyor.
“İn aşağıya “diyerek sesimi yükselttim. Korkuyla nasıl ineceğini şaşırdı. Fırlayıp düşerken kolundan yakaladım. Allah korusun ortadaki cam sehpanın üzerine düşse kötü olur.
Elim kolunda titremesini hissettim. Düşünmeden yavaşça,
“Korkma hadi gel” dedim.
İşte o anda hayatımın da hatasını yaptım.
Bir anda heyecan içinde kaldı, hareketlenip kapıya doğru gitti.
Hadi sözü onun için dışarıya çıkış lafıdır .
Kafam iyice yorulmuş, nasılda böyle bir hata yaptım ama eninde sonunda bu işle de yüzleşmem ve bir çözüm bulmam gerekiyordu.
Hergün üç defa Tarçın’ı dışarıya çıkarırım. Sabah beşbuçuk’da, öğlen onbir’de ve akşamüstü beş’de. Saat dörde geldi, bakalım şimdi ne olacak ?
İkimiz yani iki adam bahçeye çıkıyormuşuz, bunlardan biri yüksek otlara ayağını kaldırıp pantolununa yapıyormuş, sonra da dönerek yer bulup çömeliyor, yine pantolonuna kakasını yapıyormuş.
Hayali bile tatsız, anlamsız üstelik de adamı tefe koyarlar.
Birkaç şeyin aydınlığa kavuşması lazım, öncelikle artık ihtiyacını evde yerine getireceği gerçeği, ikincisi de bunu nasıl yerine getireceği.
Tarçın kapının yanında beni bekliyor. Sevinçli, kuyruk sallayamıyor ama otuziki dişi meydanda.
Tarçın küçükken balkonda yere serdiğimiz gazetelerin üzerinde ihtiyaçlarını gideriyordu. Dışarı alıştırana kadar çok uğraşmıştık. Şimdi de artık evde bu işi yapması gerektiği konusunda onu tekrar ikna etmemiz gerekiyor.
Adam şimdi,
“E bu işin suyunu çıkardınız, bir öyle bir böyle çocuk oyuncağımı bu” dese ne diyeceğim ?
Şaşkın sadece bakardım herhalde ama allahtan adam daha konuşmayı beceremiyor.
Pratik kafamı çalıştırıyorum. Hemen banyoya gidip yerdeki herşeyi kaldırdım. Tuvalet kağıdını yerinden aldım. Yer silme kovasına biraz çamaşır suyu koyup doldurdum. Hazırım artık.
Sakince kapıya yöneldim. Kolundan tutup onu banyoya getirdim.
Şaşkın bana bakıyor, benim ona ne yaptığımı önce göstermem lazım. Kendimi onun ayağını kaldırıp çişini yapmasına göre ayarladım ama iş çok karışık.
O bir şeyini tutup klozetin deliğini tutturmaya çalışmıyor ki sadece ayağını kaldırıp nereye olursa işiyor. Bence oturarak bunu öğretmeye çalışayım, hiç olmazsa etrafta çok kirlenmez.
Pantolonumu indirip klozete oturdum. Önümde herzaman yaptığı gibi bana bakıyor. Eskiden önümde oturup patisi ile hadi der gibi beni dürterken bir utanma hissetmem için gerekçe yoktu ama şimdi tüm yüzüm kıpkırmızı oldu. Birde her zaman yaptığı gibi eğilip koklamaya çalışmaz mı .
Allahım ne yapacağım ben ?
“Bak artık çişini burada böyle yapacaksın” diyerek konuşmaya başladım, bu şekilde utanmamı da unutmaya çalışıyorum. O etrafı koklarken bakıyorum dikkatle ne söylediğimi de anlamaya çalışıyor.
Tuvalet kağıdını da kullandıktan sonra kalkıp pantolonumu çektim. Sonra kolundan tutup onu klozetin önüne getirdim ve yüzünü bana çevirdim. Kayışından başlayarak pantolonunu ve çamaşırını indirdim, arka arka onu tutarak klozete oturtmaya çalıştım. Direndi,
“Sana bir şey öğretmeye çalışıyorum, direnmekten vazgeç” diyerek sesimi yükselttim.
Bir tek o ses yüksekliği onu harekete geçirebiliyor. Tekrar onu klozete oturtmaya çalıştım. Bu sefer korkarak oturdu. Derin bir nefes aldım,
“”Hadi çişini kakanı yap bakalım” deyince tutmama hiç fırsat vermeden kalktı ve pantolonunu sürüyerek dış kapıya yöneldi, orada beklemeye başladı. Hiddetle yanına geldim,
“Dışarı çıkmayı unut, sen beni elaleme rezil mi edeceksin” diye söylenmeye başladım.
Başı önde bakıyor, neye kızdığımı da anlamaya çalışıyor.
“Bak oğlum, sen artık bir köpek değilsin” diyerek birşeyler anlatmayı denedim, kolundan tutup tekrar onu banyoya doğru sürüklemeye başladım. Allahtan korkup direnmiyor, sinerek önümde gidiyor. Banyoda onu tekrar klozete oturtmaya çalıştım ama başarılı olamadım.
Yapılacak tek bir şey var bunu karımla birlikte gösterip öğretmek. O daha sabırlıdır.
Tekrar onu toparlayıp giydirdim. Karım gelmeden bir şey yapmamaya karar verdim.
Gidip bilgisayarı açtım, o da gelip yere yanıma oturdu. İlgiyle ve birazda şaşkınlıkla beni izliyor.
O arada kapının zili çaldı,
“Kim o “diye seslendiğimde karımın sesini alınca çok sevindim. Merak edip erken gelmiş.
Tarçın her zaman yaptığı gibi kapının yanında yerini çoktan aldı. Sürekli yaptığı gibi sevinçle karımın üzerine atlamasın diye onun koluna girip tuttum.
Bakalım karımın tepkileri ne olacak ?
Asansör kapısı açılınca gülümseyerek karım çıktı, biraz da endişeli nasıl vaziyet der gibi bakarken yanımdaki Tarçın’ı gördü.
“Misafirimiz olduğunu bilmiyordum, merhaba ben... “ diyerek elini Tarçın’a doğru uzattı.
Şaşkın şaşkın bakan Tarçın’ın kolunu hiç bırakmadan
“Canım içeri gir kapıyı kapatayım öyle tanışın istersen”dedim.
Karım içeriye girince hemen kapıyı kapadım. O arada kolunu bıraktığım Tarçın koşarak küçük odaya gitti ve zıplayarak kanapenin üzerine çıkıp ayakta bize doğru bakmaya başladı.
Karım şaşkın önce bana sonra kanapede ayakta duran Tarçın’a baktı. Kafasında oluşan bir sürü sorunun cevabını hemen almak istediği de kesin.
“Tarçın nerede, uyuyor mu ?” diye sordu. O arada içeriye doğru ıslık çaldı. Islık sesiyle kanapeden inen Tarçın karımın üzerine doğru gelince şaşkınlıkla beni öne doğru çekiştirdi. Korkuyla,
“Neler oluyor, anlatırmısın?” diye sordu.
“İnanmayacaksın ama istersen ayakkabılarını çıkarıp içeri gel bir otur sonra, anlatacağım” dedim.
Robot gibi soyunup kanapeye gidip köşeye oturdu, Tarçın doğal olarak sıçrayıp yanına çıktı.
Korkuyla yerinden sıçrarken
“Neler oluyor, bu adam kim ?” diye kızgınlıkla sordu.
Anlatmaya başlamadan sesimi yükselterek Tarçın’a “otur artık” diyerek onu oturttum.
Karımda iskemleye oturunca anlatmaya başladım.
Öğlenden beri karşılaştığım olayları ve sonrasında yaşadıklarımı birer birer anlattım ve sonunda da
“Bu karşındaki genç adam inanmayacaksın ama Tarçın” dedim.
İnanamadı, şaşkın. Anlamsız gözlerle bana bakıyor.
“Gel birşey göstereceğim ” dedim ve onu arka odaya götürdüm bir köşeye koyduğum o kanlı postu gösterdim ve o anda film koptu. Karım olduğu yere yığılıp bayıldı.
“Ne salağım ben, zaten onu kan tutar ben bunu unutup ona nasıl kanlı postu gösteririm, zaten anlattıklarım da sinirlerini iyice germiş olmalı” diye düşünerek koşup kolonyayı banyodan kapıp geldim.
Tarçın kapıdan şaşkın bize bakıyor.
“Uyan canım” derken burnuna da evde bulunan bebe kolonyasını koklatmaya çalışıyorum.
Biraz sonra yavaş yavaş kendine geldi.
“Rüyamı gördüm, yoksa “ derken şaşkınlıkla kapıdan ona bakan Tarçın’ı farketti.
O anda sinirleri boşaldı, hıçkırarak ağlamaya başladı.
Tarçın iki adımda yanına geldi, kafasını eğip onun kollarının altına sokmaya çalışınca o anda karım onun Tarçın olduğunu anladı.
Bir yandan ağlamaya, bir yandan da onun başını sevmeye devam ederken
“Güzel köpeğim benim” sözleri dudaklarından dökülüyordu